İLK HASAT
Uzun süredir hiç bir şey yazamıyorum. Yazın kalabalıklığı, uzun çalışma saatleri sanırım beni bu konuda biraz tembelleştirdi. Ama dün gece Emine ve Ali, ”Kürşat’ın” yeni yağını getirdiklerinde içimde yine bir coşku ve işte bunu yazmalıyım hissiyle doldum taştım. Önce tabii kokladım yeni yağı, suratıma yayılan gülümsemeyi yine engelleyemedim. Sonra içtim, sonra dayanamadım ekmek batırdım yedim. Sonra bu sihrin tadını nasıl daha iyi çıkarırım diye düşündüm,yedim, düşündüm, yedim. Kadriye dedi ki babam yeni yağ çıktığında yağın güzelliğini anlamak için hemen bir yumurta kırar yerdi. Hemen kırdık yedik. Zeytinli yumurta gibi bir şey mi desem, doğanın bize sundukları karşısında oturup ağlasam mı gülsem mi bilemeden bir zeytinyağına bir yumurtaya batırdım ekmeğimi.
Tanju dedi ki biz de hemen bir fava yapar, fava daha sıcakken üzerine yağı göller yeriz kızarmış ekmeciklerle, hemen fava yaptık, yedik elbette.
Sonra annemle düşündük ki henüz bu nefis domatesler bitmemişken ve bu güzel keçi peynirleri varken bir salatasını yapıp mı yesek yoksa fırında pişirsek de üzerine mi döksek bu mucizevi iksiri? Dayanamadık ikisini de yaptık.
Yani 30 Eylül akşamı Emine ve Ali yağı getirdiklerinden beri yiyoruz, yiyoruz, yiyoruz. Hep beraber oturuyoruz masaya onu deniyoruz bunu deniyoruz doğaya içiyoruz, kadeh kaldırıyoruz, şımarıyoruz.
Gülbin de burada, e fotoğrafcı nihayetinde, ilk önce hazırlıyoruz, sonra fotoğrafını çekiyoruz, sonra da yiyoruz. Kutlamalar hiç bitmeyecek. Biz en az Aralık ayına kadar bu filtreden geçirilmemiş, yediğiniz zaman zeytin bahçelerini hayal ettiren yağdan hep yiyeceğiz, önümüz kış turp otu çıkacak, zoho çıkacak, karadiken çıkacak üzerine hep ondan döküp yaşadığımız coğrafyaya sükredeceğiz. Sizi de bekleriz.